David Eagleman’la Beyin isimli, PBS’te yayınlanan programın beşinci bölümünde ünlü nörobilimci, insanların daha konuşmayı ve yürümeyi öğrenmeden kime güveneceğine dair yargıda bulunmaya başladığını, insanları gruplara ayırdığını ve kendi grubundan görmediğine empati göstermediğini ele alıyor. Grubu dışındakilerle bir deneyimi olmamışsa, acılarına karşı duyarlı olmuyor, önemsemiyor ve sorumluluk hissetmiyor. Onları kendilerine özgü özellikleri olan birer insan olarak algılamak, merak etmek, tanımaya ve anlamaya çalışmak yerine durum nesneleştirmeye kadar varabiliyor. Bilinmeyen korkutucu da olduğu için, tehdit hissedebiliyor, ayrımcı ve düşmanca davranışlara kapılabiliyor. Bu ‘‘tehditkar’’ kişiler farklı bir milletten ya da dinden olabildiği gibi, çalıştığı şirketin başka bir departmanında da görev alabilirler. Belki cinsiyeti aynı değildir, belki de jenerasyonu. Fiziksel görünümünden rahatsızdır, içedönük bir kişiliğe sahip olmasını uygun bulmuyor da olabilir. Açık açık dile getirse, ya da cinsiyetçi, ırkçı veya önyargılı olarak suçlanmamak için gizli tutsa da ‘‘o benim gibi değil, bizden değil, asla güven olmaz’’ şeklinde bir düşünce davranışlarını yönlendirebilir. Farklılıklarımız kadar benzerliklerimizin de olduğunu unutur. Artık ‘‘Biz ve Onlar’’ sendromundan muzdarip pek çok kişiden birisidir.
‘‘Biz ve Onlar’’ sendromuna çözüm: Çeşitlilik ve Kapsayıcılık
‘‘Biz ve Onlar’’ sendromunun kökeni eskilere dayanıyor. Biyolog ve doğa tarihçisi Darwin’e göre merhamet, ilgi ve empatinin zihinde özel bir amacı var. Amacı bir tür olarak varlığımızı sürdürmektir. İnsanlar tarih boyunca, zor şartlarda topluluklar kurarak birlikte mücadele ettiler. İşbirliği yaptılar, birbirlerini korudular, aynı yollarda, ortak hayallerin peşinden yan yana gittiler, birlikte mutlu olup, birlikte acı çektiler. Ancak zamanla empatinin karanlık tarafı ortaya çıkmaya başladı. Kendi grubundan olan kişileri önemserken, ötekileri ayrı tutuyorlardı. Onlar yabancıydı, zarar verebilirdi. Artık önyargılar doğamızın ayrılmaz bir parçasıydı.
Günümüzde ise şartlar çok değişti. Ancak beyinlerimiz değişimin hızına ayak uydurabildi mi? Teknolojinin gelişimi, Internet’in sınırları ortadan kaldırması, kadınların iş hayatına katılması, küresel ekonomide çok uluslu şirketlerin dünyanın dört bir yanından çalışanları bünyesine katması, inovasyon için yaratıcılık ve fikir çeşitliliğinin gerekmesi asıl tehditin ‘‘Biz ve Onlar’’ sendromu olduğuna dikkat çekiyor. İş dünyasında başarılı olmak için kapsayıcı bir yaklaşıma ihtiyaç duyuluyor. Bu doğamıza meydan okumayı gerektirse bile. İş gücünü, aynı gruptan, benzer özelliklere sahip kişilerden oluşturmak yerine; köken, dil, cinsiyet, din, yaş, engellilik vb.farklılıkları içeren çeşitliliği ve kapsayıcı kültürü geliştiren şirketler daha yüksek performans gösteriyor. Müşterilerini daha iyi anlıyor ve daha doğru kararlar alınıyor. Çeşitli araştırmalar yetenekler tarafından tercih edildiğini, çalışan bağlılığının da daha yüksek olduğunu ortaya koyuyor. Çünkü bu şirketlerde çalışanlar farklılıklarını gizlemek zorunda değiller. İş yerinde kendileri olarak kabul edileceklerini biliyorlar. Çeşitlilik ve Kapsayıcılığı geliştiren şirketler çalışanlarını psikolojik olarak güvende hissettiriyor ve fikirlerini paylaşmaya teşvik ediyorlar. Böylece yaratıcılığa ve yenilikçiliğe de açık oluyorlar. Özetle Çeşitlilik ve Kapsayıcılık ile kazanıyorlar. Çeşitlilik ve Kapsayıcılık, satışlarını artırmak isteyen bir şirkete de, ekonomik ve sosyal büyümeyi hedefleyen bir ülkeye de başarı getiriyor.
Çeşitlilik ve Kapsayıcılığa her zamankinden daha çok ihtiyaç var
Ancak kriz ve türbülanslı dönemler korkuları, ‘‘Biz ve Onlar’’ sendromunu tetikliyor. Ekonomik durum, eşitsizliklerin artması, toplumumuzda ‘‘Biz ve Onlar’’ sendromunun giderek yayılması tehlike sinyalleri veriyor. Toplumsal refah ve barış içinde yaşamak ise korkularımızın üstesinden gelmeye, önyargıları dönüştürmeye, birbirimize saygılı ve kapayıcı davranmaya bağlı. Şirketler bu dönemde sorumlu davranarak, çok önemli bir sorunda, çözümün parçası olabilir. Etki ağına kapsayıcılığı, insana insan olduğu için saygılı davranmayı, önyargıları dönüştürmeyi öğretecek güce sahipler. Çalışanlarından tedarikçilerine, bayilerinden, müşterilerine çeşitli paydaşlarına ulaşabilir; farklılıklarımızın eksiklik veya kusur olmadığını, zenginlik demek olduğunu yayabilirler.
Çeşitlilik ve Kapsayıcılık, şirketler için akıllı bir iş stratejisi, ancak işin sosyal sorumluluk tarafı da bulunuyor. Şirketler, farklılıklara sahip bireyleri iş hayatına kazandırıp fırsat eşitliği sunarak, klişelerin yıkılmasına, sosyal damgalanmanın ve ayrımcılığın azaltılmasına, katılımın teşvik edilmesine ve toplumda olumlu bir sosyal etki yaratılmasına yardımcı olabilirler. ‘‘Biz ve Onlar’’ sendromunun üstesinden Çeşitlilik ve Kapsayıcılık ile gelebileceğimizi gösterebilirler.
Arzu Pınar Demirel
Headline Diversity Kurucusu
TÜRKİYE'DE TEK ÇEŞİTLİLİK YÖNETİMİ DANIŞMANLIĞI
Headline Diversity, Türkiye'de sadece Çeşitlilik ve Kapsayıcılığa odaklanan tek danışmanlık ve eğitim şirketidir.
İletişim